İCRA KABİLİYETİ OLMAYAN ANCAK UYGULAMADA ÖNEM TAŞIYAN MUHDESATIN AİDİYETİNİN TESPİTİNE DAİR DAVALAR

İCRA KABİLİYETİ OLMAYAN ANCAK UYGULAMADA ÖNEM TAŞIYAN MUHDESATIN AİDİYETİNİN TESPİTİNE DAİR DAVALAR
Editör: Konya Time
04 Mayıs 2020 - 11:19



Muhdesat; kelime anlamı itibarıyla sonradan yapılmış, sonradan meydana gelmiş şeyler anlamına gelmektedir. Hukuk terminolojisinde ise mülkiyeti bir başkasına ait bir arazi üzerinde bulunan bina türü yapılar ile ağaç, bağ gibi bitkilere muhdesat denir. Muhdesat, tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilir.

Mülkiyeti bir başkasına geçen arazi üzerinde eskiden hak sahipliği bulunan kişiler, arazinin mülkiyeti bir başkasına ait olsa da üzerindeki muhdesatın kendilerine ait olduğunu ileri sürebilmektedir. Muhdesatın aidiyetinin tespiti davası, bu tür durumlarda arazi üzerindeki muhdesatin kime ait olduğunun tespit edilmesi amacıyla açılan bir dava türüdür.

Muhdesatın paydaş veya paydaşlardan birine ya da üçüncü bir şahsa ait olması durumu farklılık arz etmektedir.[1] Eğer paydaş veya paydaşlardan birine ait ve tapuda muhdesata ilişkin şerh varsa ya da paydaş veya paydaşlar arasında bu konuda ihtilaf yoksa arzın ve muhdesatın dava tarihindeki değerleri ayrı ayrı hesaplanarak toplam değer ile hesaplanan değerler arasında yapılacak yüzdelik oranlama neticesinde satış bedelinin ödenecek tutarı belirlenir.[2]

Muhdesatın aidiyetinin tespiti davası, muhdesatın kendisine ait olduğunu ileri süren eski hak sahibi tarafından muhdesatın üzerinde bulunduğu taşınmazda pay sahipliği bulunan ve muhdesatın sahiplik iddia eden kişiye ait olduğunu kabul etmeyen tüm maliklere karşı açılır. Ancak bu davanın açılabilmesinin öncelikli şartı, muhdesat bakımından açılmış olan bir ortaklığın giderilmesi (izale-i şüyu) davasının veya bir kamulaştırma işleminin mevcut bulunmasıdır. Örneğin terekede bulunan taşınmazın satışına karar verilmesi halinde taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatın taşınmazın tüm değerine oranı belirlenerek bu oran dahilinde hak sahibi mirasçıya ödenmesi gerekmektedir.[3] Derdest bir ortaklığın giderilmesi davası veya devam eden bir kamulaştırma işlemi bulunmuyorsa, muhdesatın aidiyetinin tespiti davası açılamamaktadır.

Muhdesatın aidiyetinin tespiti davasında görevli ve yetkili mahkeme, muhdesatın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesidir.[4] Ortaklığın giderilmesi davası açıldığında bazı durumlarda, ortaklığın giderilmesi istenen taşınır ya da taşınmaza ilişkin olarak mülkiyet konusu ihtilaflı olabilir. Bu gibi durumlarda Sulh Hukuk Mahkemesi, taraflara Asliye Hukuk Mahkemesi’nde ihtilafın konusuna göre mülkiyet hakkına ilişkin olarak dava açması için süre verir.

Muhdesatın aidiyetinin tespiti davası, nispi harca tabidir. Davacı, muhdesatın toplam değerinden kendi payına isabet eden bölümün değeri oranında nispi harç ödemelidir. Uygulamada, davacılar dava açarken muhdesatın değeri olarak düşük bir değer belirlemekte, bu değer üzerinden harç ödendikten sonra yargılama sırasında yapılan keşif yoluyla muhdesatın gerçek değeri üzerinden harçlar tamamlanmaktadır.

Yargılama giderleri ve avukatlık ücreti bakımından ise; kabulüne karar verilen ve harçlandırılan değer üzerinden davacı yararına avukatlık ücret tarifesi hükümleri uyarınca avukatlık ücreti takdiri gerekir. Aynı şekilde kabul ve ret oranına göre davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin de davalılardan tapu kaydındaki payları oranında alınmasına karar verilmesi gerekir.

Yargıtay Kararlarında Muhdesatın Aidiyetinin Tespiti

Muhdesatın Mülkiyetine Dair Karar Verilemeyeceği

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 23.2.2016 tarih ve 2016/957E-2016/3137K sayılı kararında ‘’Dava; ortak miras bırakan adına kayıtlı parsel üzerindeki muhdesatın aidiyetinin tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, muhdesatın davacı tarafından meydana getirildiğinin tespitine karar verilmesi gerekirken arzın mülkiyetinden bağımsız olarak mülkiyet hakkı oluşturacak şekilde taşınmaz üzerindeki muhdesatın aidiyetinin davacıya ait olduğunun tespitine karar verilmesi doğru değildir. Öte yandan, davaya konu muhdesatın üzerinde bulunduğu taşınmaz tarafların ortak murisi adına tapuda kayıtlı olup taraflar miras payları oranında maliktirler. Bu sebeple yargılama sonunda hükmedilecek yargılama gideri, harç ve vekâlet ücretinin davacıya isabet eden pay karşılığı değer çıkartıldıktan sonra davalı tarafın miras paylarına isabet eden muhdesat değeri (zemin bedeli hariç) üzerinden belirlenmesi gerekirken muhdesatın toplam değeri üzerinden davalı taraf aleyhine fazla miktarda harç ve vekâlet ücretine hükmedilmesi, hükmedilen bu miktarların da davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi doğru olmamıştır.’’ denilmiştir. Somut olayda yerel mahkeme muhdesatın davacı tarafından meydana getirildiğinin tespitine karar vermesi gerekirken arzın mülkiyetinden bağımsız olarak mülkiyet hakkı oluşturacak şekilde taşınmaz üzerindeki muhdesatın aidiyetinin davacıya ait olduğunun tespitine karar vermiştir. Mahkemenin sadece dava konusu binanın davacı tarafından yapıldığına dair bir tespit hükmü vermesi gerekirken bunu aşarak binanın mülkiyetine dair karar vermesi hukuka uygun değildir. Bu davada alınan hükmün eda kabiliyeti yoktur, sadece tespit içermelidir. Ek olarak yerel mahkeme yargılama giderleri ve vekalet ücretinin hesaplanması konularında yanlış karar vermiştir. Yargılama sonunda harç ve vekâlet ücretinin davacıya isabet eden pay karşılığı değer çıkartıldıktan sonra davalı tarafın miras paylarına isabet eden muhdesat değeri (zemin bedeli hariç) üzerinden belirlenmesi gerekirken muhdesatın toplam değeri üzerinden davalı taraf aleyhine fazla miktarda harç ve vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Yargıtay tespit edilen muhdesat bedelinin doğrudan dava değeri olarak değerlendirilmemesi gerektiğinin altını çizmiştir. Yargılama giderleri ve vekalet ücreti yönünden hesaplama yapılacak değer, zemin bedeli hariç muhdesat değerinin davacının miras payının bu değerden çıkartılması ile bulunacak değerdir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 28.5.2018 tarih ve 2018/10660E-2018/13294K sayılı kararında ‘’Somut olayda; dosyanın içeriğine, toplanan delillere, tanık beyanlarına göre 2232 parsel numaralı taşınmaz üzerindeki bilirkişi raporunda sarı renkte boyalı (C) ve (D) harfleri ile gösterilen yapıların davacı tarafından meydana getirildiği sabit olmuştur. Mahkemece muhdesatın davacı tarafından meydana getirildiğinin tespitine karar verilmesi gerekirken muhdesatın mülkiyetinin davacıya ait olduğuna karar verilmesi doğru değilse de, bu husus yeniden yargılama yapmayı gerektirmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.’’ denilmiştir. Yerel mahkeme yalnızca tespite dair karar vermesi gerekirken taleple bağlılık ilkesine ve hukuka aykırı olarak mülkiyetin davacıya ait olduğuna karar vermiştir. Muhdesat sahibinin hakkı, sadece şahsi bir haktır (TMK 722, 724, 729 maddeler). Taşınmaz üzerindeki bina, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Kural olarak muhdesatın mülkiyetinin arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez. Muhdesatın mülkiyetinin aidiyetinin tespiti isteğinin muhdesatı meydana getirenin tespitini de kapsadığı kabul edilmelidir. Muhdesatın mülkiyetinin aidiyeti isteğiyle açılan bu tür davalarda, güncel hukuki yararın mevcut olması ve iddianın kanıtlanması durumunda muhdesatın davacı tarafça meydana getirildiğinin tespitine karar verilmesi gerekir.

Taraf Teşkilinin Sağlanmadan Karar Verilemeyeceği

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 30.5.2018 tarih ve 2018/10622E-2018/13434K sayılı kararında ‘’Dava; muhdesatın aidiyetinin tespiti ve taşınmaz satışının iptal edilmesi isteklerine ilişkindir. Mahkemece, ortaklığın giderilmesi dava dosyası getirtilip incelenerek dava konusu muhdesatı davacının yaptığını açıkça kabul edenler dışında tapu malik hissedarları yönünden taraf teşkilinin sağlanması konusunda davacı tarafa süre ve imkan tanınması, pasif husumet ehliyeti tamamlandıktan ve taraf delilleri toplandıktan sonra dosya içeriğine ve toplanacak delillere göre uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekirken bu yön gözetilmeden davanın esasına girilerek hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.’’ denilmiştir. Bu kararda muhdesatın aidiyetinin tespiti davalarında uyulması gereken usulle ilgili esaslara değinilmiştir. Öncelikle bu davanın açılabilmesi için derdest bir izale-i şüyu davası ve kamulaştırma işleminin olması gerekmektedir. Burada aranan husus hukuk yarardır. Bu davalar yokken açılan muhdesatın aidiyetinin tespiti davası hukuki yarar yokluğundan reddedilecektir. İkinci önemli nokta bu davada taraf teşkilinin muhakkak sağlanması gerektiğidir, taraf teşkili sağlanmadan karara bağlanan bir dava Yargıtay’da mutlak bozma nedeni olarak görülmektedir. Muhdesatın davacı tarafça meydana getirildiği açıkça kabul edenler dışında kalan ve muhdesatın üzerinde bulunduğu taşınmazda paydaş olan tüm tapu maliklerinin davada taraf olmaları zorunludur. Ortaklığın giderilmesi davası sırasında muhdesatların davacı tarafa ait olduğunu kabul etmeyen başka paydaşlar bulunuyorsa bunların, ölmüş iseler mirasçılarının davada taraf olmalarının zorunlu olduğu düşünülerek davada taraf olarak yer almaları sağlanmalı,[5] yargılamaya geldiklerinde davaya karşı diyecekleri, delilleri sorulup saptanmalı, gösterecekleri deliller toplanmalıdır. Ortaklığın giderilmesi davasına konu edilen taşınmazda paydaş olmayan üçüncü kişilerin açacakları muhdesat aidiyetinin tespiti istemli davalarda bu kişilerin hukuki yararı bulunmadığından açılan davalar reddedilecektir.

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 16.9.2019 tarih ve 2016/10563E-2019/5235K sayılı kararında da davalı tarafta yer alan kişinin adresi tespit edilmiş (yurt dışında olan bir adres olsa da) ancak bu kişinin Mernis adresine tebligat yapılmadan davanın esası incelenerek bir karara ulaşılmıştır. Yargıtay taraf teşkili sağlanmadan ve davalılardan biri davadan haberdar edilmeden karar verilmesinin hukuka uygun olmadığını belirterek kararı bozuştur. ‘’Somut olaya gelince davalılardan temyiz eden ...’nın temyiz dilekçesinde de beyan ettiği üzere, davalıya çıkarılan tebligatın dava dilekçesinde yazılı olan "... Köyü/..." adresine Tebligat Kanununun 21. maddesine göre tebliğ edildiği, ancak adresin kapalı olduğuna dair bilgisi alınan kişinin beyanı ile ilgili imzası, imzadan imtina ettiği ise buna ilişkin beyanının tebligata yazılmadığı görülmüştür. Gerek dava dilekçesi ve gerekse karar tebliği tarihlerinde davalının adrese dayalı nüfus kayıt sistemindeki adres bilgilerine göre, davalının "... Str. 10 ... 22049 Almanya” adresinde ikamet ettiği anlaşılmıştır. O halde adı geçenin yurt dışı adresi tespit edilmiş olup bu adrese dava dilekçesi tebliğ edilmeden dolayısıyla taraf teşkili sağlanmadan uyuşmazlığın esasının incelenmesi doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.’’

Ortaklığın Giderilmesi Davasında Bekletici Mesele Yapılması

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 23.10.2018 tarih ve 2016/2895E-2018/7068K sayılı kararında ‘’Somut olaya gelince; davalı temyiz dilekçesinde dava konusu 180 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki 3 katlı 5 daireyi kendisinin yaptırdığını, davalı eşinin de hakkı bulunduğunu beyan ederek muhdesat iddiasında bulunmuştur. Bu durumda mahkemece davalının muhdesat iddiası hakkında diyecekleri sorulmak üzere davacıya süre verilmeli, davacının bu iddiayı kabul etmemesi halinde, davalıya muhdesat aidiyetinin tespiti için dava açmak üzere süre tanınmalı, verilen süre içerisinde dava açıldığı takdirde sonucu beklenmeli, açılmadığı takdirde o konuda uyuşmazlık yokmuş gibi karar verilmelidir. Mahkemece bu husus göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.’’ denilmiştir. Somut olayda taraflar arasında ortaklığın giderilmesi davası görülmektedir. Davalı bu dava içinde paylaştırılması istenen taşınmazın üzerindeki daireleri kendisinin yaptırdığını iddia ederek muhdesat iddiasında bulunmuştur. Ancak yerel mahkeme bu iddianın sonucunu beklemeden izale-i şüyu davasında karar vermiştir. Yargıtay ise muhdesat iddiasında bulunan tarafa yerel mahkemece süre verilmesini, verilen bu süre içerisinde iddia edenin muhdesatın aidiyetinin tespitine dair dava açıp açmadığının beklenmesine karar vermiştir. Eğer bu dava açılırsa açılan bu tespit davası izale-i şüyu davasında bekletici mesele yapılmaktadır.

Muhdesat İddiasını Kabul Etmeyen Tüm Paydaşların Davalı Olarak Gösterilmesi Zorunluluğu

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 17.12.2019 tarih ve 2019/4346E-2019/11393K sayılı kararında ‘’Dosya kapsamından; dava konusu 743 parsel (22/a ile 13332 ada 71) sayılı taşınmaz maliklerinden ...’in dosyaya ibraz edilmiş olan iki ayrı veraset ilamı bulunduğu, söz konusu veraset ilamlarından Serik 5.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/416 Esas sayılı dosyası ile verilen veraset ilamında ... mirasçıları olarak ... ve ... bulunduğu halde, Antalya 6.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/1426 Esas sayılı dosyası üzerinden alınan veraset ilamında bu kişilerin mirasçı olarak gösterilmediği, veraset ilamları arasındaki çelişki üzerinde durulmadığı gibi bu kişilerin davada taraf olarak yer almadığı, tapu maliklerinden ...’un mirasçıları ... ve ...’un davada taraf olarak yer almadığı, karar tarihinden önce, ... tapudaki payını ... ile ...’a satmasına rağmen bu kişilerin de davaya dahil edilmediği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, ortaklığın giderilmesi davasında muhdesat iddiasını açıkça kabul edenler dışında kalan tapu kayıt malikleri ya da mirasçıları arasında zorunlu dava arkadaşlığının bulunduğu gözetilerek bu çerçevede tüm maliklerinin denetlenerek taraf teşkilinin sağlanması konusunda davacı tarafa süre ve imkan tanınması, taraf teşkili tamamlandıktan ve deliller toplandıktan sonra, dosya içeriğine ve toplanacak delillere göre uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekirken mahkemece bu husus dikkate alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun olmamıştır.’’ denilmiştir. Somut olayda izale-i şüyu davasında paylaştırılması istenen taşınmaz için muhdesat iddiasında bulunulmuştur. Yargıtayca muhdesat iddiasını kabul etmeyenlerin açılacak tespit davasında davalı olarak gösterilmesi gerektiği ifade edilerek davacıya süre verilmesi istenmiştir. Ve bu kişilerin zorunlu dava arkadaşı olduklarının altı çizilmiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus tüm mirasçıların değil sadece muhdesat iddiasını kabul etmeyenlerin davalı olarak gösterilmesi gerektiğidir. Yani izale-i şüyu davasındaki gibi tüm mirasçıların tespit davasına dahil edilmesine gerek yoktur. Önemli olan muhdesat iddiasını kabul etmeyen mirasçıların açılacak davada taraf olarak gösterilmesi ve bu kişilere dava dilekçesinin usulüne uygun tebliğ edilmesidir.

SONUÇ

Muhdesatın aidiyetinin tespiti davası uygulamada genellikle izale-i şüyu davalarında ortaya çıkmaktadır. Paylaştırma yapılırken taşınmaz üzerinde bulunan ve bu taşınmaza değer katan sonradan yapılan şeyleri kimin yaptığının tespiti gerekmektedir. Yerel mahkemelerce tespit istemli açılan davalarda muhdesatın aidiyetine dair yanlış kararlar verilmektedir. Bu davada muhdesat iddiasını kabul etmeyen tüm hak sahiplerinin davalı olarak gösterilmesi, savunma haklarını kullanabilmeleri için usulüne uygun tebligat yapılması gerekmektedir. Verilen karar eda hükmünü içermediğinden tespite dair verilen hüküm kural olarak tapu kütüğüne işlenememekte ve cebri icraya da koyulamamaktadır.

----------------------------------------

[1] Gözde Edalı, Ortaklığın Giderilmesi Davası, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Antalya 2018, s. 53





URL

YORUMLAR

  • 0 Yorum