KARİNE NEDİR?

KARİNE NEDİR?
Editör: Konya Time
20 Mayıs 2020 - 14:18



Karine Nedir ? Çeşitleri Nelerdir ? Özel Hukuktaki Önemli Karinelere Örnekler ve Yargıtay Kararları Çerçevesinde Karineye Bakış

KARİNE KAVRAMI VE TANIMI

Karine, karn (ka-ra-ne) kökünden türemektedir ve Arapça bir kelimedir. Çoğulu akrandır. Karn, "yaklaştırmak, yanyana yapmak", "bir şeyin yanında ve yakınında olmak, ona eşlik etmek, onunla bir arada bulunmak" anlamına gelmektedir. Karine ise "bu benzerlik (yakınlık) sebebiyle bir başka şeye delalet eden durum, maksada işaret eden ipucu, alamet, emare" olarak tanımlanmaktadır. Devellioğlu karineyi, "karışık bir iş veya meselenin anlaşılmasına, çözülmesine yarayan hal, ipucu" olarak tanımlamaktadır.[1]

En basit tanımla Karine kanunuen mevcut ve bilinmekte olduğu kabul edilen belirli bir olaydan veya olgudan bilinmeyen bir olayın veya olgunun varlığı (mevcudiyeti) hakkında çıkarılan sonuçtur. Başka bir deyişle karine, bilinen ve mevcut olaylara dayanarak bilinmeyen bir olayın varlığının ve gerçekliğinin kanun tarafından farz ve kabul edilmesi anlamına gelir.[2]

Karine ile varsayım arasındaki farklar şu şekilde açıklanabilir[3] :

- Karinede iki farklı olay varken, varsayımda bir olay ve bu olaya bağlanan başka bir olayın sonucu vardır.

- Karinedeki olaylardan birisi hakkındaki sonucun gerçekleĢip gerçekleşmediği bilinmeksizin uygulanırken; varsayımda yasa bir olay için öngördüğü sonucu başka bir olay için aynen uygulamaktadır.

- Karinede bir (a) olayının varlığından bir (b) olayının da var olduğu (olması gerektiği) sonucuna ulaĢılırken; varsayımda (b) olayının varlığı belli bir hukuksal sonuç bakımından (a) olayının yerine geçer.

- Karinede (b) olayı yasa ya da tecrübe kuralları ile (a) olayının ―olan‖ veya ―olması gereken‖ sonucu olarak belirlenmişken; varsayımda (b) olayının gerçekleĢmediği bilinmekle birlikte hukuki olarak var kabul edilir.

- Varsayımda (b) hukuki sonucu ile başka bir olaya ya da müesseseye atıf yapılmaktadır, karinede ise atıf yoktur.

Hayatın bilinen gerçeğidir ki yokuşta park halinde duran bir araba boşa alınıp fren sistemi devreden çıkarıldığında eğimli düzlemde aşağıya doğru hareker eder. Aracın "Geriye Kaçması" şeklinde tabir edilen bu durum tecrübe ile sabittir. O halde bilinen bu gerçekten yola çıkarak varsayılabilir (karine üretilebilir) ki araçlar böyle durumlarda geriye kaçar. Bu güçlü ve neredeyse şaşmaz bir tahmindir, varsayımdır, karinedir.

Hal böyle iken deminde değindiğimiz üzere bu ne kadar güçlü olursa olsun bir tahminden öteye gidemez ve şaşabilir. Antalya - Finike yolu üzerindeki eğimli bir bölgede bu durumun tam tersi yaşanmaktadır. Araç boşa alındığında yokuş yukarı kendiliğinden ilerlemekte ve güçlü kabul ettiğimiz varsayımımızı çürütmektedir. Görülüyor ki ürettiğimiz karinemizin bu somut olayda aksi ispat edilmiştir.[4]

KARİNE TÜRLERİ

Karine kavramı, kaynağına (fiili karine-yasal karine), sonucuna (yasal olay karinesi-yasal hak karinesi), ispat edilebilirliğine (kesin karine-adi karine), unsurlarına (teknik anlamda karine-sözde karine) ve göre tasniflere tâbi tutulmuştur[5]
 

Fiili Karine-Yasal Karine Ayrımı

A ) Fiili Karine

Kanun tarafından öngörülmüş olmamakla beraber, ispat edilen bir olaydan, başka bir olayın varlığı veya yokluğu sonucunun çıkarılmasına fiili karine denir. Fiili karine, hakimin delilleri takdir yetkisi içinde ele alınır. Hakim karinenin varlığına kanaat getirirse, karinenin ortaya koyduğu hususun ayrıca ispatını aramaz.

Örnek: Bir meyhaneden çıkanve yalpalayarak yürüyen kimse sarhoş olabilir.[6]

Hayatın olağan akışı ifadesi de fiili karineleri ifade etmektedir.[7]

B ) Yasal Karine

Yasal karine, belli bir olaydan, belli olmayan bir olay için yasa tarafından çıkarılan sonuçtur. Yasal karineler ispat yüküne gerçek bir istisnadır; çünkü yasal karine lehine olan tarafın, o olayı ispat etmesi gerekmez . [8]

Örnek : A ile B’nin hangisi önceden öldüğü tespit edilemiyorsa birlikte öldüğü kabul edilir.[9](TMK 29)

aa) Yasal Olay Karinesi

Yasal olay karinesi, belli bir hukuksal sonucun doğumu için varlığı gerekli olumlu veya olumsuz olayın gerçeklemiş olduğunu anlaşılan fakat bir hukuksal sonuçla ilgisi olmayan başka bir olaydan çıkartılmasına olanak veren bir yasa kuralıdır.Burada hareket noktası yasada belirlenmiş birolay‖, varılan sonuç ise bir hukuki sonuçtur.[10]

Örnek: Ölümüne muhakkak nazarıyla bakılan bir ortamda kaybolan kişi ölmüş kabul edilir.(TMK 31)[11]

"Ölüm Karinesi", kanuni bir karine olup hem "Adi Karine"dir hem de "Olay Karinesi" niteliğindedir.

bb ) Yasal Hak Karinesi

Yasal hak karinesi, bir hakkın veya hukuksal ilişkinin halen var olduğu veya var olmadığı hakkında bir sonuca varılması sonucunu doğuran yasal karinedir . Hak karinesinde hareket noktası, daima, yasa ile saptanmış bir olay‖, varılan sonuç ise bu belli olaydan dolayı varolduğu varsayılan bir haktır.[12]

Örnek: Taşınır malı elinde bulunduran zilyet , onun mülkiyet hakkına sahip sayılır.[13]

Bir ikişinin kolundaki saatin ya da başındaki şapkanın o kişiye ait olduğunu varsayarız. Hayatın bilinen tecrübelerinden yola çıkılarak yapılan bu tahmin bir olaya değil bir hakkın (mülkiyet hakkının) varlığına ilişkindir. Ancak unutmamak gerekir ki bu karine "Adi Karine" niteliğindedir. Diğer bir ifade ile aksi ispat edilebilir. Gerçekten de kişinin kolundaki saat yakın bir arkadaşının olabilir. [14]

2) Kanuni Karinelerde Adi Karine - Kesin Karine Ayrımı[15]

A) Adi Karine
Bir karinenin aksi ispat edilebiliniyorsa "Adi Karine" var demektir.

"Ölüm Karinesi", ölümüne kesin gözle bakılacak şekilde kaybolan bir kişinin ölmüş varsayılmasını ifade eder. Örneğin bir astronotun mekiğe bindirilip, mekiğin uzaya fırlatılması durumunda eğer mekik uzayda infikak eder ise astronotun akibeti belirsiz olacaktır. Çünkü "Yaşıyor mu?" sorusunun yanıtı bilinemez. Ne canlısı elinizdedir ne de ölüsüne sahipsinizdir. Bu noktada hayatın bilinen gerçeklerinden yola çıkılarak öyle bir patlamadan kimsenin sağ çıkmayacağı, çıksa dahi uzayda yaşamını sürdüremeyeceği kabulünden hareketle astronotun ölümüne kesin gözle bakıcak şekilde kaybolduğu ve bu nedenle "Ölüm Karines," gereği ölmüş kabul edileceği varsayılır.

Hal böyle iken patlama olasılığını erken fark ederek kimsenin haberi olmadan atmosferden çıkmadan mekiği terk eden astronot hayatta kalmayı başarırsa bu durumda takdir edersiniz ki "Ölüm Karinesi" yani ölmüş olacağına ilişkin varsayımı çürütecektir. Görüldüğü gibi "Ölüm Karinesi" kişi canlı şekilde ortaya çıkarsa aksi ispat edilmiş, çürütülmüş olur.

Bu nedenledir ki "Ölüm Karinesi" bir "Adi Karine"dir.

B) Kesin Karine (Faraziye)

Aksi ispat edilemeyen karine anlamına gelir. Mantık açısından ciddi şekilde tartışmalı olsa da (zira bir şeyin hem varsayım hem de kesin olması mantıksızdır) hukuk sistemimiz bazı "Kanuni Karine"lerin aksinin ispat edilemeyeceğini kabul etmiştir.

Örnekler

- Tapu sicilindeki kayıtların herkesçe bilindiği dair karine
- Bir yerleşim yerinin değiştirilmesinin yenisinin edinilmesine bağlı olduğu karinesi (İkametgah Zorunluluğu İlkesi)
- "Çocuğu doğuran kadın annesidir." karinesi
- Hak düşürücü süre içinde dava açılmamasının durumun kabulü anlamına gelmesine dair karine
- A ile B arasındaki hukuki işlemi A , hile sonucu yapmış olsa da , hileyi öğrendikten sonra belli süre belli süre içinde işlemin iptalini istememişse , işleme icazet vermiş olduğu kabul edilir. (BK 31 )[16]

3) Teknik Anlamda Karine – Sözde Karine Ayrımı

Teknik Anlamda Karine[17]

Teknik anlamda karine, varlığı bilinen olumlu veya olumsuz bir olaydan, diğer bir olumlu veya olumsuz bir olayın, bir hukuksal durumun varlığı veya yokluğu sonucunun çıkarılmasına olanak veren bir kuraldır. Buna karşılık, yasada veya öğretide, kendilerine karine denilen kuralların hepsi teknik anlamda karine değildir.

Sözde Karine :

Sözde karinelerde ise karine temeli yani aslında karine bulunmaz.Karine sonucu, başka herhangi bir olgu olmaksızın kabul edilir. Sözde karineler, ispatı gereken belli bir olgunun varlığını asıl sayar ve onun ispatına bu yüzden gerek görmezler, ancak onun gerçekleşmediğinin ispatı olanağını karşı taraf için açık bırakırlar . Örneğin Medeni Kanunun 3. maddesinin birinci fıkrasında bulunan iyiniyet karinesi, yapısal anlamda gerçek bir karine değildir48. Zira maddede sözü edilen iyiniyetin varlığı için kendisinden iyiniyet sonucu çıkarılabilecek bir karine söz konusu değildir. Öyleki, taşınır mülkiyetinin zamanaşımı ile kazanılmasında (TMK m. 777/I) başkasının taşınır bir malını davasız ve aralıksız beş yıl ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kimse iyiniyetli kabul edilir. Hakim, somut olayda iktisap edenin iyiniyetli olmadığı belirlenmediği sürece (TMK m. 3/II) onu iyiniyetli kabul eder. Bu durum, iyiniyet karinesinin adi bir ispat yükü kuralı olarak ortaya çıktığını, ispatın iyiniyetli olduğu kabul edilen kişi tarafından değil, kötüniyet iddiasında bulunan kişi tarafından yapılması gerektiğini göstermektedir Sözde karineler yapısal anlamda adi kanuni karinelerden farklı olmakla birlikte sergiledikleri hukuki nitelik bakımından aralarında bir farklılık bulunmamaktadır. Sözde karineler de ispat yükü kuralıdırlar. [18]

KARİNELERİN HUKUKİ İŞLEVLERİ

Belirsizliğin Giderilmesi[19]

Karineler her şeyden önce belirsizliği gidermek için kullanılırlar. Zira hayat devam eder ve hukuk devam eden hayatı düzenlemek zorundadır. Bunun içinde cevaplara ihtiyaç duyar.

Örnek olarak sorularda sıklıkla karşılaştığımız "Ölüm Karinesini" kullanabiliriz. Düşünün ki feci bir deniz kazası sonucu 1o kişi öümlerine kesin gözle bakılacak şekilde kaybolsunlar. Bu durumda hukukun devam eden hayata ilişkin bazı düzenlemeler yapabilmesi için cevaplara ihtiyacı vardır. Ne oldu bu insanlara?

Kaybolanlardan 18 yaşından küçük çocuğu olanların çocukları üzerindeki velayet haklarının akibeti, genç yaşta bu talihsiz olayı yaşayan eşlerinin tekrar evlenip evlenemeyecekleri, iş yerlerindeki iş sözleşmelerinin devam edip etmediği, sgk primlerinin yatırılıp yatırılmayacağı, miraslarının akibeti ve daha bir çok soru cevapsızdır. Bu soruların hukuk tarafından yanıtlanması devam eden hayat açısından kaçınılmazdır; ancak bunun için bu kişiler hakkındaki "-Yaşıyorlar mı?" sorusuna cevap bulunmalıdır.

Kaybolan kişiler için bu konu belirsizdir. Zira ne ceset vardır elinizde ne de yaşadıklarına dair bir kanıt mevcuttur. Bu durumda kaybolma şekilleri göz önüne alınarak "-Öldürler." cevabı ile yola çıkar ve cevap bekleyen onlarca soruya yanıt bulabiliriz. Aksi taktirde hukuk ve hayat tıkanır.

Görüldüğü gibi "Ölüm Karinesi", ölümüne kesin gözle bakılacak şekilde kaybolmuş insanların geride bıraktıkları ve onların hayatları için tatsız da olsa bir cevap vermiş ve gerekli hukuki düzenlemelerin yapılabilmesine imkan sağlamıştır. Bu varsayım üzerine artık çözümler üretilebilir.

Karinelerin Hükmü

1) İspat Yükünden Kurtarması

Kendisini mutlak olarak kesin karinelerde gösterir. Zira kesin karinelerin aksi ispat edilemez. Hakim iddiasını kesin karineye dayandıran tarafın iddiasının doğru olduğunu kabul ederek , anlaşmazlığı buna uygun surette çözümler.

Örnek : B.K 31 : Bir yıllık süre içinde irade bozukluğunun ileri sürülmemiş olmasından ilgili tarafın işlemi işlemi onaylanmış( icazet verilmiş ) kesin sonucu çıkar. Adi karinelerin bu hükmü kesin karinelerdeki gibi mutlak değildir. Zira karşı tarafın karinenin aksini ispat etmek , yani karineyi çürütmek imkanı vardır.[20]

2) İspat Yükünü Tersine Çevirmesi[21]

"İspat" başlığı altında detaylı şekilde anlatıldığında göreceksiniz ki hukukumuzda kural, "İddia eden, ispat eder." şeklindedir. Medeni Kanun Madde 6 "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." ifadesi ile kuralı net şekilde ortaya koymuştur. Aynı metnin içinde "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça..." diyerek bu durumun istisnalara sahip olduğu berlitmiştir. O istisnalardan biri de iddia eden kişinin iddiasını kanuni bir karineye dayandırmasıdır. Bu durumda artık iddia eden değil karşı taraf ispatla yükümlü olacaktır.

Anne ve Babasının öldüğünü ve bu nedenle tek mirasçısı olduğu bu insanların miraslarının kendisine verilmesini isteyen bir kişi şüphesiz medeni kanun 6 hükmü gereği bu durumu iddia eden sıfatı ile ispatla yükümlüdür. Bu iddianın "Ölüm Karinesine" dayandırıldığı durumlar ise istisnadır. Söz konusu ebeveynler diğer tüm yolcuların öldüğü korkunç bir uçak kazasında kaybolmuş ve haftalarca devam eden aramalara rağmen bulunamamış olurlarsa ölümlerine kesin gözü ile bakılan bir durumda kayboldukları için haklarında "Ölüm Karinesi" oluşacaktır. Aynı oğul (mirasçı) böyle bir durumda miras talebinde bulunduğunda istisna gereği ebeveynlerinin öldüğünü iddia etse de ispat yükünden kurtulur. Artık iddiasını ispat etmek zorunda değildir. Bir başkası aksini ispat edene kadar iddiası gerçek kabul edilecektir.

a) Ya bilinmeyen ve karineye dayanılarak mevcut olduğu varsayılan olguların gerçekte mevcut olmadığı ileri sürülerek

Örneğin hakkında gaiplik karinesi verilmiş olan kişinin halen sağ olduğunu veya taşınırın zilyedi olmasına rağmen maliki olmadığını ileri sürülmesi

b) Ya da karineden karşı tarafın lehine onun iddia ettiği gibi sonuçlar çıkarılmayacağını ileri sürerek

Örneğin evlilik birliği içinde doğmuş olmasına rağmen çocuğun soybağının sonradan reddedilmiş olduğunu ileri sürerek karinenin reddedilmesi ( Babalık Karinesi ) (TMK 286)[22]

Özel Hukuktaki Bazı Önemli Karineler

1) İyiniyet Karinesi ( MK 3)

Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.

Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.

2) Resmi Sicil ve Senetlerin Doğruluğu Karinesi ( MK 7)

Resmi sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.

Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir.

3) Ayırt etme Gücü Karinesi (MK 13)

Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.

4) Birlikte Ölüm Karinesi( MK 29)

Birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse, hepsi aynı anda ölmüş sayılır.

5) Ölüm Karinesi (MK 31 )

Bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır.

6) Paylı Mülkiyet Karinesi ( MK721 )

İki taşınmazı birbirinden ayırmaya yarayan duvar, parmaklık, çit gibi sınırlıklar, aksi ispat edilmedikçe, her iki komşunun paylı malı sayılır.

7) Mirasın Reddi Karinesi ( MK 605 )

Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler.
Ölümü tarihinde mirasbırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır.

8) Mülkiyet Karinesi( MK 985 )

Taşınırın zilyedi onun maliki sayılır. Önceki zilyetler de zilyetlikleri süresince o taşınırın maliki sayılırlar.

9) Gaiplik Karinesi ( MK 32 )

Ölüm tehlikesi içinde kaybolan veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamayan bir kimsenin ölümü hakkında kuvvetli olasılık varsa, hakları bu ölüme bağlı olanların başvurusu üzerine mahkeme bu kişinin gaipliğine karar verebilir.
Yetkili mahkeme, kişinin Türkiye'deki son yerleşim yeri; eğer Türkiye'de hiç yerleşmemişse nüfus sicilinde kayıtlı olduğu yer; böyle bir kayıt da yoksa anasının veya babasının kayıtlı bulunduğu yer mahkemesidir.

10) Babalık Karinesi( MK 285 )

Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.

Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatıyla mümkündür.

Kocanın gaipliğine karar verilmesi halinde üçyüz günlük süre, ölüm tehlikesi veya son haber tarihinden işlemeye başlar.

11) Analık Karinesi( MK 282)

Çocuğu doğuran anadır.

12) Zilyetlikte Hak Karinesi (MK 985)

Bir taşınıra malik olma iradesi bulunmaksızın zilyet olan kimse, taşınırı kendisinden iyiniyetle aldığı kişinin mülkiyet karinesine dayanabilir.

Taşınıra bir sınırlı ayni hak veya kişisel hak iddiasıyla zilyet bulunan kimsenin iddia ettiği hakkın varlığı karine olarak kabul edilir. Ancak, zilyet bu karineyi şeyi kendisine vermiş olan kişiye karşı ileri süremez.

13) Tapu kayıtlarının Herkesçe bilindiği Karinesi (MK 1020 )

Tapu sicili herkese açıktır.

İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir.

Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.

14) Taksitlerin Ödendiği Karinesi (BK 104 )

Faiz veya kira bedeli gibi dönemsel edimlerden biri için, alacaklı tarafından çekince belirtilmeksizin makbuz verilmişse, önceki dönemlere ait edimler de ifa edilmiş sayılır.

Alacaklı anaparanın tamamı için makbuz vermişse, faizlerini de almış olduğu kabul edilir.Borç senedi borçluya geri verilmişse, borç sona ermiş sayılır.

15) Müteselsil Borçlulukta Eşitlik Karinesi (BK 167)

Aksi kararlaştırılmadıkça veya borçlular arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan her biri, alacaklıya yapılan ifadan, birbirlerine karşı eşit paylarla sorumludurlar.

Kendisine düşen paydan fazla ifada bulunan borçlunun, ödediği fazla miktarı diğer borçlulardan isteme hakkı vardır. Bu durumda borçlu, her bir borçluya ancak payı oranında rücu edebilir.

Borçlulardan birinden alınamayan miktarı, diğer borçlular eşit olarak üstlenmekle yükümlüdürler.

Yargıtay Kararları

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 2013/19-2238, Karar: 2015/1062 [23]

Karine, sözlük anlamı bakımından karışık bir iş veya sorunun anlaşılmasına ve çözümlenmesine yarayan durum, ipucu, belirtidir. En genel anlamıyla karine, bilinen bir olgudan bilinmeyen bir olgunun çıkarımıdır. Dolayısıyla karine, bilinen bir olaydan, bilinmeyen diğer bir olayın veya hukuki durumun varlığı veya yokluğu sonucunun çıkarılmasına olanak vermektedir. Genel olarak karineler, fiili ve kanuni olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. Bu bağlamda, fiili karineler, bir hukuk kuralı ile bağlı olmaksızın, hakimin insanlar ve yaşam konusunda ortaya çıkan tecrübe kurallarından yararlanarak belli olmayan olaylar hakkında sonuç çıkarmasına yaramaktadır. Bu yönüyle, fiili karineler, hakimin kanaat edinmesine yardımcı olmaktadır. Görüldüğü üzere, fiili karinelerin temelinde tecrübe kuralları (yaşam deneyi kuralları) yatmaktadır. (Bilge Umar/Ejder Yılmaz: İsbat Yükü, Büyükçekmece 1980, sahife: 165 vd; Ahmet, Başözen: Medeni Usul Hukukunda İlk Görünüş İspatı, Ankara 2010, sahife: 63 vd; Gökçen, Topuz: Medeni Usul Hukukunda Karinelerle İspat, Ankara 2012, sahife: 50,51, 121 vd; ayrıca bakınız: Yavuz Alongoya: Senede Karşı Senetle İspat Kuralı ve "Hayatın Olağan Akışı" Kavramı, Prof. Dr. Necip Kocayusufpaşaoğlu İçin Armağan, Ankara 2004, sahife:528, dipnot:32; Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt II, Ankara 2001,sahife: 2006 vd).

Nitekim, Yargıtay da kararlarında tecrübe (yaşam deneyi) kurallarına dayanmakta ve bu konuda genellikle "hayatın olağan akışı" kavramını kullanmaktadır (Hukuk Genel Kurulunun 21.04.1982 gün ve E: 4/1528, K: 412; 17.12.2003 gün ve E:2003/13-787, K: 2003/774; 6.6.2007 gün ve E: 2007/2-331, K: 2007/332; 8.12.2010 gün ve E: 2010/19-590, K: 2010/640; 12.09.2012 gün ve E: 2012/8-365, K: 2012/561; 28.03.2014 gün ve E: 2013/21-2219, K: 2014/411 sayılı kararları).

Delillerin gösterilmesi ve bunun hakim tarafından ispat vasıtası olarak kabulünden sonraki aşamada delillerin değerlendirilmesi gündeme gelmektedir. Kural olarak (Kanunda gösterilen istisnalar dışında) hakim delilleri serbestçe değerlendirecektir.

Bu kapsamda, delillerin takdiri hakimin vicdani kanaatinin esas olduğu bir aşamayı ifade etmektedir (Haluk Konuralp: Medeni Usul Hukukunda İspat Kurallarının Zorlanan Sınırları, Ankara 1999, sahife:46 vd)

15. Hukuk Dairesi [24]

2013/2904E.,2014/2163K.
 

Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili Avukat Ş. A.geldi. Davalı vekili gelmedi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacı avukatı dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR

Dava, eser sözleşmesinden doğan bakiye iş bedelinin tahsili amacıyla girişilen icra takibine vâki itirazın iptâli, takibin devamı ve icra inkâr tazminatı istemine ilişkin olup, mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı iş sahibi şirket vekilince temyiz edilmiştir.

Eser sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda, işin yapılıp teslim edildiğini yüklenici, iş bedelinin ödendiğini iş sahibi ispatlamakla yükümlüdür. İş bedelinin ödendiği iddiasının hukuki işlem niteliğinde olması nedeniyle kural olarak senetle ispatı gerekir. Teslim ise maddi olgu niteliğinde olduğundan tanık dahil her türlü delille ispatlanabilir. Eser sözleşmelerinde taraflar sözleşmede iş bedelini kararlaştırabilecekleri gibi bu yönde bir belirleme yapmamış da olabilirler. Sözleşmede iş bedeli kararlaştırılmamışsa ve bedel konusunda uyuşmazlık varsa, 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 366. maddesi uyarınca işin yapılıp teslim edildiği yıl mahalli serbest piyasa rayiçlerine göre iş bedeli bilirkişice hesaplanmalıdır.

Kural olarak sözleşmenin ifa sürecinde gerçekleşen imalâtın yüklenici tarafından yapıldığı kabul edilir. Bu kabul, fiili karine niteliğindedir. İş sahibi bunun aksini ispatlayabileceği gibi yüklenici de kendi yapmadığı işleri ikrar edebilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 187/2. maddesi uyarınca, ikrar edilmiş hususlar çekişmeli olmayıp ispatın konusunu oluşturmayacağından ve aynı Kanun'un 188/2. maddesi uyarınca maddi hataya dayanmadıkça ikrardan dönülemeyeceğinden, ikrar edilen vakıalar çekişmeli olmaktan çıkar ve aksinin ispatı gerekmez.

Somut olayda; davacı yüklenicinin yaptığı toplam imalat tutarının 37.500,00 TL olduğu, davalı şirketin de 8.500,00 TL ödemeyi ispatlayabildiği gerekçesiyle davanın 29.000,00 TL asıl alacak ve 3.987,00 TL takipten önce işlemiş faiz yönünden kabulüne karar verilmiştir. Ancak, taraflar arasındaki sözleşmede işin bedeli ve kapsamı belli olmadığı gibi iş tümüyle teslim edilip bedeli ihtilafsız hale gelmediğinden meselenin bu şekliyle çözümlenmesi kabul edilemez. Yapılan işin miktarı da bedeli de taraflar arasında ihtilaflıdır. Bu durumda, yukarıda izah edilen kural dahilinde yüklenici hangi işleri teslim ettiğini, buna karşılık iş sahibi de yaptığını ileri sürdüğü ödemeleri ispatlamalıdır. İspat kuralları uygulanırken, ikrara konu edilen hususlar da gözden uzak tutulmamalıdır.

Davacı yüklenici, bir kısım imalat yaptıktan sonra iş sahibinin kendilerine malzeme temin edip, ödeme yapmaması üzerine işi yarım bıraktıklarını ikrar etmiş, ancak iş yerini terk ettiği sırada hangi imalatları yapıp hangilerini yapmadığını tespit ettirmemiştir. Mahkemece, talimat yoluyla yapılan keşif sonrasında alınan bilirkişi raporunda, hangi işlerin kim tarafından yapıldığına dair belge bulunmadığından bahisle yüklenicinin yaptığı imalatın bedelinin belirlenmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Ancak, yüklenici işi yarım bıraktığını ikrar ettiğinden yaptığı işlerin nelerden ibaret olduğunu tanık dahil her türlü delille ispatlamak zorundadır.

Yüklenici Kartal 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2008/1172 Esas sayılı dosyasında 17.02.2009 tarihli oturumda, yaptığı işlerden bakiye 17.500,00 TL alacağının kaldığını ifade etmiştir. Bu beyan da, gerek beyanın alındığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 236/I, gerekse yargılama sırasında yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 188/1 maddeleri uyarınca mahkeme içi ikrar niteliğinde olup, yüklenici bu beyanıyla bağlı olduğu halde, mahkemece ikrara konu edilen 17.500,00 TL'yi aşan alacağa hükmedilmesi hatalıdır.

Ayrıca, davacı yüklenici davalı iş sahibi şirketi 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 101/I. maddesine uygun bir şekilde temerrüde düşürdüğünü ispatlayamadığı ve taraflar arasındaki sözleşmede aynı Kanun'un 101/II. maddesine uygun bir kesin vade bulunmadığı halde 04.11.2008 tarihinden takip tarihine kadar işlemiş faize hükmedilmesi de doğru değildir.

Mahkemece yapılacak iş; mahallinde keşif yapılarak davacının gösterdiği deliller toplanıp, tanık anlatımları, soruşturma ve ceza dosyasındaki beyanlar değerlendirilerek davacının yaptığı imalâtın saptanması, davacının ispatladığı imalâtın bedelinin 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 366. maddesi uyarınca hesaplanması, iş sahibinin ispatladığı ödemelerin bedelden mahsubu ile yüklenicinin Kartal 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2008/1172 Esas sayılı dosyasında 17.02.2009 tarihli oturumda gerçekleşen mahkeme içi ikrar da gözetilmek suretiyle 17.500,00 TL asıl alacağı geçmemek üzere belirlenecek bedele (asıl alacak) takip tarihinden itibaren % 25 oranını aşmayacak şekilde değişen oranlarda işleyecek ticari faiz yürütülmek suretiyle takibin devamına, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmesinden ibarettir.

Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.
 

T.C.

YARGITAY[25]

2. Hukuk Dairesi

Esas: 2004/2058

Karar: 2004/3099

Tarih: 11.03.2004

ÖZET: Hangisinin evvel veya sonra öldüğü tayini mümkün olmaksızın ölenler bir anda ölmüş sayılırlar. Miras ölümle açılır Mirasçı olabilmek için miras bırakanın ölüm gününde sağ olmak lazımdır. Şu durumda aynı anda ölenlerin biri diğerine mirasçı olamazlar.

Mirasçılık ve mirasın geçişi, miras bırakanın ölümü gününde yürürlükte olan hükümlere göre belirlenir. (4722 S.K. md.17)

Hangisinin evvel veya sonra öldüğü tayini mümkün olmaksızın ölenler bir anda ölmüş sayılırlar (TKM.md.28/2). Miras ölümle açılır (TKM.md.517/1). Mirasçı olabilmek için miras bırakanın ölüm gününde sağ olmak lazımdır. (TKM.md.522) Şu durumda aynı anda ölenlerin biri diğerine mirasçı olamazlar.

Tanık beyanları çelişkili olduğu gibi, bunların değerlendirilmesini de içeren Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporundan her üç cesede detaylı otopsi yapılmadığından birlikte ölüm karinesinin aksine tıbbi bulgu saptanamadığı belirlenmiştir.

Bu durum karşısında, Oya, Ramazan ve Güner´in aynı anda öldüklerinin ve birinin diğerine mirasçı olamayacağının kabulü gerekir.

T.C.

YARGITAY

2. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/2900

K. 2006/9378

T. 13.6.2006

SOYBAĞININ REDDİ TALEBİ ( Babalık Davası Açılabilmesinin Önşartı Olması - Babalık Karinesinin Çürütülmesi Usulü/Annenin Davacıya Hamile Kaldığı Dönemde Kocasından Ayrı Yaşadığının Tanıklarca Beyan ve Taraflarca Kabul Edilmesinin Yeterli Olması )

BABALIK KARİNESİNİN ÇÜRÜTÜLMESİ ( Annenin Davacıya Hamile Kaldığı Dönemde Kocasından Ayrı Yaşadığının Tanıklarca Beyan ve Taraflarca Kabul Edilmesinin Yeterli Olması - Soybağının Reddi Davasının Kabulü Gereği )

İDDET MÜDDETİ İÇİNDE DOĞAN ÇOCUK ( Babalık Karinesinin Çürütülmesi İçin Anne ve Babanın Beyanlarıyla Tanık Beyanlarının Yeterli Olması - Soybağının Reddi Davasının Kabulü Gereği )

ÖZET : Dava, soybağının reddi talebine ilişkindir. Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır. Olayda, davacı evliliğin sona ermesinden sonraki üçyüz gün içinde doğmuştur. Davacının, annesi kızlık hanesine annesinin aile soyismi ile tescil edilmiş olması ve bu hanede baba adının farklı gösterilmiş bulunması çocukla koca arasında yasal olarak kurulmuş olan soybağını ortadan kaldırmaz. Davacının babalık davası açabilmesi için yasal soybağının geçersiz kılınması gerekir. Öte yandan, tanıklar annenin davacıya hamile kaldığı dönemde kocasından ayrı yaşadığını beyan ettiklerine ve davalılar da bu iddiayı kabul ettiklerine göre davacının başka bir kanıt getirmesine gerek yoktur.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır. ( babalık karinesi ) ( TMK md. 285/1 )

Davacının annesi davalı A. 6.5.1986 tarihinde kocası ( davalı ) H.'den boşanmıştır. Davacı Mehmet, evliliğin sona ermesinden sonraki üçyüz gün içinde ( 24.11.1986 ) tarihinde doğmuştur. Davacı, 24.11.2004 tarihinde ergin olmuş, dava ise 1.4.2005 tarihinde açılmıştır. Dava süresinde ikame edilmiştir. ( TMK md. 289/2 )

Davacının, annesi kızlık hanesine annesinin aile soyismi ile tescil edilmiş olması ve bu hanede baba adının "Ali" gösterilmiş bulunması çocukla koca arasında yasal olarak kurulmuş olan soybağını ( TMK md. 285/1 ) ortadan kaldırmaz. Bu soybağı geçersiz kılınmadıkça, davacının babalık davası açmasına da olanak yoktur. Dinlenen tanıklar, annenin davacıya hamile kaldığı dönemde kocasından ayrı yaşadığını beyan ettiklerine ve davalılar da bu iddiayı kabul ettiklerine göre Türk Medeni Kanununun 288/1. maddesi gereğince davacının başka bir kanıt getirmesine de gerek yoktur. Davanın kabulü ile davacı ile davalı H. Ö. arasındaki soybağının reddine karar verilmesi gerekirken isteğin reddi doğru görülmemiştir.

T.C.

YARGITAY

23. HUKUK DAİRESİ

E. 2015/9708

K. 2018/3902

T. 3.7.2018

Taşınmaz mülkiyeti edinme tapu sicili ile mümkündür. Tapu sicili herkese açıktır. İlgili herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfa ve belgelerin kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini tapu memurundan isteyebilir. Tapu kütüğüne yapılmış her tescil, bir ayni hakkı karşılar. Geçerli bir tescil, sicil dışı meydana gelen bir değişiklik sonucu sonradan yolsuz tescil haline gelebilir. Bu durumda bile iyi niyetli üçüncü kişiler bakımından, tescilin olumlu hükmü uygulanır.Yani, iyi niyetli üçüncü kişilerin böyle bir tescile güvenerek kazandıkları ayni haklar korunur.(...m.1023)

Üçüncü kişinin yolsuz kayda dayanarak ayni hak kazanımının korunabilmesi için tescilin yolsuzluğunu bilmemesi veya bilebilecek durumda olmaması gerekir. Bu bağlamda, üçüncü kişilerin Medeni Kanun'un 3. maddesi çerçevesinde iyiniyetli olması esastır. Buna göre, kendisinden beklenen özeni göstermeyen, tescilin yolsuz olduğunu bilen veya bilebilecek durumda olan üçüncü kişiler iyiniyet iddiasında bulunamazlar. Burada aranan iyiniyet, tescil isteminin yevmiye defterine kaydı esnasında mevcut olmalıdır. Ancak, kütükteki tescilin belgelerle çeliştiğini bilmesine ya da şüphelenmesine rağmen bunu incelemekten veya gerekli özeni göstermekten kaçınır ise, iyiniyet iddiasında bulunamaz. Üçüncü kişinin iyiniyetli olmadığını ispat etme yükü, iddia eden tarafa aittir. Ancak iyiniyetin olmadığını kanıtlamak zor olduğundan bunu iddia eden bazı fiili karinelerden yararlanabilir. Örneğin, ayni hak kazanan kişiyle yakın bir ilişkinin bulunması, malın el değiştirmesinin kıssa sürede olması veya düşük bir bedelle el değiştirmesi durumlarında iyiniyet iddiasında bulunulamayacağı karine olarak kabul edilebilir.

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, bünyesinde gayrimenkul satış vaadi ve eser sözleşmesini barındıran bir sözleşmedir. Bu sözleşmede arsa sahibi, sözleşmeye uygun koşullarda arsasını yükleniciye teslim etmek; yüklenici kendisine karşı edimini yerine getirdiğinde ise yükleniciye bırakılan bağımsız bölümlerin tapusunu ona devretmek ile yükümlüdür. Sözleşmenin diğer tarafı olan yüklenicinin edim borcu ise sözleşmede kararlaştırılan koşullarda binayı yapıp arsa sahibine teslim etmektir. Aynı zamanda arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ani edimli bir sözleşmedir. Ani edimli sözleşmenin kural olarak geriye etkili feshi ve tasfiyesi mümkündür. Geriye etkili fesihte sözleşmenin tarafları verdiklerini sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri isteyebilirler. Uygulamada arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapıldıktan sonra yüklenici henüz edimlerini yerine getirmeden; arsa sahibi, arsa veya kat irtifak tapularını veya bir kısmını yüklenici adına tescil ettirmekte ve yüklenici finans ihtiyacını karşılamak için devredilen bağımsız bölüm veya arsa hisselerini üçüncü kişilere satmaktadır. Arsa payı veya bağımsız bölümlerin satılmasından sonra yüklenici edimlerini yerine getirmediği için sözleşmenin geriye etkili feshedildiği bir realitedir.

Yukarıda izah edildiği gibi, yükleniciden arsa hissesi satın alan iyi niyetli üçüncü kişinin TMK nın 1023. maddesine istinaden "tapuya güven ilkesi" gereğince iktisabının korunması gerekir. Bu ilkeden ancak üçüncü kişinin kötü niyetli olduğunun ispatlanması halinde vazgeçilebilir.Yüklenici adına yapılan tescil işlemini her halde "yolsuz tescil" kabul etmek, toplumda onarılmaz zararlara sebep olmakta ve adalet duygusuna zarar vermektedir. Yaptığı araştırmada tapu kaydının yüklenici adına olduğunu tespit eden birinin -aksi ispat edilmedikçe- iyi niyetli olmadığını söylemek mümkün olmadığı için "tapuya güven ilkesine" istinaden mülkiyet kazanımının korunması TMK nın 1023. maddesi ve hakkaniyet gereğidir.

Her arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine istinaden tapu intikali yapılan yükleniciden tamamen iyi niyetli olarak arsa payı satın alanın bu iktisabını geçersiz saymak TMK nın 1023. maddesi karşısında açıkça Kanuna aykırı davranmak olacaktır. Arsa sahibi iyi niyetli ve risk almak istemiyorsa; tapu devrinin, sözleşme sebebiyle yapıldığını tapunun beyanlar hanesine şerh vermek suretiyle üçüncü kişilerin iyi niyet iddialarını bertaraf edebilir. Tapu siciline basit bir şerh vermekten kaçınan arsa sahibinin tamamen iyi niyetli üçüncü kişiler karşısında ve onların zararına sebep olacak şekilde korunması menfaatler dengesine aykırı olduğu gibi, taşınmaz hukukunun temeli olan "tapuya güven ilkesine" de açıkça aykırıdır.

Somut olayda davacı/arsa sahibi ile davalı yüklenici arasında 24.02.1998 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapıldığı, arsa tapusunun yükleniciye devredildiği, yüklenicinin edimlerini yerine getirmemesi sebebiyle sözleşmenin geriye etkili feshedildiği sabittir. Yargılamanın tüm aşamalarında davalı iyi niyetli üçüncü kişiler tapuya güvenerek yükleniciden arsa payı satın aldıklarını beyan etmişlerdir. Davacı taraf, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesini tapuya şerh ettirmeden, tapuyu yükleniciye devretmiş, yüklenici davalı üçüncü kişilere arsa payı satmıştır. Yukarıda da açıkladığımız gibi, üçüncü kişilerin iyi niyeti asıldır. Yani davalıların TMK nın 1023. maddesine istinaden "tapuya güven ilkesi" gereğince iyi niyetli oldukları karine olarak kabul edilir. Bu karinenin aksini, davalı üçüncü kişilerin kötü niyetli olduğunu davacı tarafın ispatlaması gerekir. Somut olayda davacı taraf, “afaki” iddialar dışında davalıların kötü niyetli olduğuna dair hiçbir delil sunamamıştır. Bu nedenle, davalı iyi niyetli üçüncü kişilerin mülkiyet iktisabının TMK nın 1023. maddesi gereğince korunması gerekir.

T.C

YARGITAY

8. Hukuk Dairesi

2018/511 E. , 2019/5734 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

DAVA TÜRÜ : Gaipliğe Karar Verilmesi

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalı Defterdar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hasımsız açılan davada, ...'in 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 32 ve devamı maddeleri gereğince gaipliğine karar verilmesi istenmiş; mahkemece hasımsız olarak sürdürülen yargılama sonucu davanın kabulüne karar verilmiş, ancak gerekçeli karar başlığında İstanbul Defterdarlığının davalı gösterilmesi sebebi ile kayyım sıfatı ile Defterdarlık vekili mahkeme kararını temyiz etmiştir.

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 32. ve devamı maddelerinde düzenlenen gaiplik kararı verilmesi istemine ilişkindir.

Gaiplik, kanunda tahdidi olarak sayılan belli durumlarda, sağ mı ölü mü olduğu bilinmeyen kişi ile bu durumdan hakları etkilenenleri koruma amacı ile kanun tarafından öngörülen şüphe ve belirsizliği ortadan kaldırmak amacıyla ölüm olayına karine teşkil eden ve sonucu itibari ile ölüme bağlı hakların, aynen gaibin ölümü ispatlanmış gibi kullanılması sonucunu doğuran bir müessesedir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 382/1. maddesine göre; "Çekişmesiz yargı, hukukun, mahkemelerce, aşağıdaki üç ölçütten birine veya birkaçına göre bu yargıya giren işlere uygulanmasıdır: a-ilgililer arasında uyuşmazlık olmayan haller, b-ilgililerin, ileri sürebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı haller, c- hakimin re’sen harekete geçtiği haller." olmak üzere bu üç ölçütle çekişmesiz yargının genel çerçevesi belirlenerek mümkün olduğunca çekişmesiz yargı işleri sayılarak belirtilmiştir. Aynı Yasa'nın 382/2-a.4. maddesinde de "Gaiplik kararı" açıkça kişiler hukukundaki çekişmesiz yargı işleri arasında sayılmıştır.

Somut olayda hasımsız olarak açılan ve yargılama sürecinde de davalı sıfatı ile davaya dahil edilmeyen, kararı temyiz eden Defterdarlığın karar başlığında davalı olarak gösterilmesi ona taraf sıfatı kazandırmayacağından hükmü temyiz etmekte hukuki yararı bulunmamaktadır.

8. Hukuk Dairesi

2018/13000 E. , 2018/19106 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : ...... Asliye (...... Mah. Sıfatıyla) Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davalılardan ... tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

...... ......lığının 19.11.2012 tarih 2012/130 esas 2012/1 nolu davaname ile; ...... ...'ın gerçek ......sının tespit edilerek ...... kaydının düzeltilmesi kamu adına talep ve dava edilmiş, Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

04.06.1958 tarihli ve 15/6 Sayılı Yargıtay ...... kararı gereğince, maddi olayları açıklamak taraflara ve ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak kanun hükümlerini tespit etmek ve uygulamak görevi hakime aittir.

Eldeki dava yönünden öncelikle çözümlenmesi gereken husus; davanın ......nın reddi ve ......lığın tespiti veya ...... kayıtlarının düzeltilmesi davası olup olmadığıdır.

Bilindiği üzere, ...... birbirinin soyundan gelen kişiler arasındaki ilişkiyi ifade ettiğinden bu kavram içerisinde kan bağının yanında hukuki münasebetin de bulunması, diğer bir ifadeyle kan bağının hukuk düzeninin aradığı koşullar içerisinde oluşması zorunludur. Türk Medeni Kanunu'nun 282. maddesi uyarınca, ...... ile ana arasında soybağı doğumla, ...... ile arasındaki ...... ise ana ile ......, baba ile çocuk arasında soybağı tanıma veya hakim hükmüyle kurulur. ...... ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulur. Ayrıca kısaca af kanunları olarak nitelendirilen bir evlenme aktine dayanmayan birleşmelerden doğan ......ların neseplerinin düzeltilmesine ilişkin kanunlara göre de ...... kurulabilir. (HGK'nin 30.01.2008 tarihli ve 2008/2-36-47 sayılı kararı) ...... ile ana arasında ...... doğumla kendiliğinden kurulur ve tesisi için herhangi bir hükme gerek bulunmadığından, çocuğun annesi ile ...... ilişkisinin kurulması değil, çocuğu doğuran kadının kim olduğunun tespiti dava konusu edilebilir.

Öte yandan Türk Medeni Kanunu'nun 36/1. maddesine göre, kişisel durum, bu amaçla tutulan resmi sicille belirlenir. Aynı Kanunun 39. ve ...... Hizmetleri Kanunu'nun 35/1. maddeleri uyarınca, kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça ...... kütüklerinin hiç bir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz, ancak olayların ...... kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar ...... müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir.

Kayıt düzeltilmesi, ...... kütüğüne işlenmiş kaydın bir kısmının düzeltilmesi veya değiştirilmesidir. ...... kütüklerindeki doğru olmayan kayıtların düzeltilmesi için mahkemeden karar alınması zorunludur. İşte bu noktada, ...... kütüğünde yer alan doğru olmayan kayıtlar, ilgilileri veya ......sı tarafından açılacak olan kayıt düzeltme davası ile gerçek durumuna uygun hale getirilebilir ki, bu dava uygulamada ...... kaydının düzeltilmesi davası olarak adlandırılmakta olup zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmayan ...... kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda, her türlü kanıta başvurulabilir. (YHGK, 11.02.1998, 2-87/77 sayılı kararı) ......nın reddi davası ile kayıt düzeltme davası, sonuçları (hane dışına çıkarmak) bakımından benzerlik göstermekte ise de, içerik ve yargılama kuralları açısından kendi özel hükümlerine bağlıdır. ......nın reddinde, kişisel duruma ilişkin ...... kaydında yer alan bilgi doğru olarak meydana gelmiş ve kütüğe tescil edilmiştir. Ancak bu doğru daha sonra ......nın reddi davası ile teknik anlamda bir yanlışlığa dönüştürülmüştür. ...... kaydının düzeltilmesi davasında ise, ...... kaydının gerçek durumu yansıtmadığı, baştan yanlış olarak kütüğe geçirildiği söz konusudur. (HGK'nin 30.01.2008 tarihli ve 2008/2-36-47 sayılı kararı)

Somut olayda; davalılar ...... ile ......'nin 22.12.1997 tarihinde evlendikleri, 06.04.2004 tarihinde ise boşandıkları, ...... adı düzeltilmesi istenilen ...... ...'ın 12.02.1998 tarihinde davalılardan ...... ile ......'nin ...... birlikteliği içerisinde dünyaya geldiği ve 08.02.1999 tarihinde ......a tescil edildiği anlaşılmaktadır.

TMK’nin ......lık karinesini düzenleyen 285. maddesi gereğince ...... devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun ......sının ...... olduğu karine olarak kabul edilmiştir. Bu karine uyarınca, ...... devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan ...... ile o ......te ...... arasında ...... kurulacaktır.

TMK'nin 286. maddesi gereği ......lık karinesinin çürütülmesi ......nın reddi davası açılarak ortadan kaldırılabilir. Bunun dışında ...... ile ...... arasında kurulan ......nın ortadan kaldırılması imkânı bulunmamaktadır. Bir diğer deyişle Asliye Hukuk Mahkemesinde açılacak kayıt düzeltme davası ile ...... adının düzeltilerek ......nın reddi imkânı bulunmamaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: ......nın reddi davası ancak ......lık karinesinin kapsamında yer alan, dolayısıyla ......lık karinesinden faydalanan ......ların ......nın ortadan kaldırılmasını sağlayan bir davadır. ......lık karinesinden faydalanma söz konusu olmaksızın, ......nın ...... kütüğüne kaydedilen ......la ...... arasında ......nın kurulması söz konusu olmadığı için, böyle bir durumda ...... ile ...... arasında ......nın bulunmadığının tespitine yönelik olarak açılacak dava, ......nın reddi davası değil, yanlış kaydın düzeltilmesi amacına yönelik kayıt düzeltme davasıdır.

Yukarda açıklanan hususlar dikkate alındığında; ...... davaları ile ...... kaydının düzeltilmesi davaları arasında, görevli mahkeme, davanın tarafları, dava açma süreleri ve ispat kuralları bakımından ciddi ayrımlar bulunduğu açık olup, somut uyuşmazlıkta iki ayrı talebin bulunduğu, bunlardan ilkinin kanun gereği ...... içinde doğan çocuğun ......sı doğum tarihi itibari ile anne ...... ile evli olan ... olduğundan, bu karinenin çürütülmesine yönelik istem, TMK'nin 286. maddesi kapsamında ......nın reddi davası, ikinci talep ise çocuğun ......sının ... olduğu yönündeki iddia açısından, .........'in doğumundan sonra da evlenmedikleri dikkate alınarak TMK'nin 301. maddesi kapsamında ......lığın hükmen tespiti davasıdır. Bu sebeplerle mahkemenin nitelediği gibi açılan dava 5490 sayılı ...... Hizmetleri Kanunun 36. maddesi kapsamında ...... kayıt düzeltim davası değildir.

......nın reddi ile ......lık davasını kimler açabilir sorusu açısından;

......nın reddi davası, TMK’nin 286. maddesine göre ancak ...... ve ...... tarafından açılabilir. TMK’nin 291.maddesinde ise, belirli şartlarla ...... ve ...... dışındaki kişilere de ......nın reddi davası açma hakkı tanımaktadır. Anılan hüküm çerçevesinde ......nın reddi davası açma hakkı tanınan ......nın altsoyu, anası, ......sı ve çocuğun gerçek ......sı olduğunu iddia eden kişi, ancak dava açma süresinin geçmesinden önce ......nın ölmesi veya gaipliğine karar verilmesi ya da sürekli olarak ayırt etme gücünü kaybetmesi hâllerinde dava açabileceklerdir.

Çocuğun ......sının mahkeme tarafından belirlenmesi davası ise uygulamada ......lığın hükmen tespiti olarak nitelendirilmekte olup, TMK'nin 301. maddesi kapsamında ...... ile ...... arasındaki ......nın mahkemece belirlenmesini ana ve ...... isteyebilirler. Dolayısı ile TMK'nin ......na ilişkin hükümleri dikkate alındığında, Kanun koyucunun ......sına ......yla ilgili herhangi bir dava açma yetkisi tanımadığı açıktır.

Mahkemece açıklanan hususlar gözönünde bulundurularak ......nın reddi ile ......lığın hükmen tespitine yönelik davanın, ......sının aktif husumet ehliyetinin yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın ...... kaydının düzeltilmesi davası olarak nitelenip red kararı verilmesi doğru değil ise de, bu husus yeniden yargılama yapmayı gerektirmediğinden ve hükmün redde ilişkin bölümü sonucu itibari ile doğru görüldüğünden, HUMK'un 438/7 maddesi uyarınca, hükmün gerekçesinin açıklanan şekilde değiştirilerek kararın düzeltilmiş şekliyle onanması uygun görülmüştür.

SONUÇ: Davalı ...'ın yazılı temyiz itirazlarının reddi ile, yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün gerekçesi düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, taraflarca HUMK'un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 22.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Hukuk Genel Kurulu

2017/2192 E. , 2018/1833 K.

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “istihkak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Konya 4. İcra (Hukuk) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 03.05.2012 tarihli ve 2011/895 E., 2012/344 K. sayılı karar davacı (üçüncü kişi) vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 01.10.2013 tarihli ve 2012/8229 E., 2013/13106 K. sayılı kararı ile;

"...Davacı 3.kişi vekili, Konya 6.İcra Müdürlüğünün 2009/5462 sayılı takip dosyasından yapılan 14.07.2011 tarihli hacizde, davacı 3.kişinin boşandığı eşinin borcundan dolayı davacıya ait ev eşyalarının ve kasada bulunan nakit paranın haczedildiğini, İİK'nun 96 ve devamı maddelerine dayalı olarak istihkak davasının kabulü ile anılan haczin kaldırılmasını istemiştir.

Davalı alacaklı vekili, boşanmanın takip ve hacizlerden sonra danışıklı olduğunu ve haciz sırasında borçlunun hazır bulunduğunu, haksız açılan davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Davalı borçlu, duruşmalara katılmamış ve cevap dilekçesi sunmamıştır.

Mahkemece, ödeme emrinin tebliğ edildiği, 06.05.2009-30.07.2009-10.07.2009 ve 10.11.2009 tarihli hacizlerin yapıldığı adreslerde borçlu huzurunda yapıldığını mülkiyet karinesinin borçlu yararına olduğu, boşanmanın danışıklı olduğu ve birlikte yaşamaya devam edildiği, karine aksinin ispatlanmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş hüküm davacı 3.kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, İİK’nun 96 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan istihkak davasına ilişkindir.

Dava konusu haciz 14.07.2011 tarihinde borçluya ödeme emirinin tebliğ edildiği ve önceki hacizlerin gerçekleştiği adreste yapılmıştır. Davacı 3.kişi borçlu eşinden takiplerden ve haczilerden sonra anlaşmalı olarak boşanmış ve birlikte yaşamaya devam etmiştir. İİK'nun 97/a maddesinde öngörülen mülkiyet karinesi borçlu dolayısı ile davalı alacaklı yararınadır. Ancak bu yasal karine aksinin davacı 3.kişi tarafından her türlü delille ispatlanmısı olanaklıdır.

Dosya içerisindeki bilgilerden, davacı 3.kişinin şirket ortağı olarak sabit bir gelirinin bulunduğu, ev eşyalarının önceki tarihlerde haczedildiği anlaşılmaktadır. Sabit gelir sahibi 3.kişinin önceden haczedilen ev eşyasının yerine yeniden eşya satın aldığı sunulan fatura içeriği ile sabit olmuştur.Evde bulunan kasadan haczedilen para ise haciz tarihinde davacı hesabından 24.682,56 TL çekildiği, paranın davacının şahsi hesabından alındığı sunulan banka kayıtlarından anlaşılmıştır. Dava dayanağı bononun, davacının annesine ait taşınmazın satışına ilişkin komisyonculuk hizmeti ile ilgili olduğu bu taşınmazın yüksek bir bedelle satışının yapılmış olduğu, davacının banka hesabı ve kasasında bu miktar paranın bulunması mümkündür.

Tüm bu maddi ve hukuki olgular birlikte değerlendirildiğinde, davacı 3.kişinin mülkiyet karinesinin aksini ispatladığından davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…"

2. Hukuk Dairesi

2014/19822 E. , 2014/20613 K.

MAHKEMESİ :Biga Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi

TARİHİ :6.12.2011

NUMARASI :Esas no:2010/163 Karar no:2011/714

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, münhasıran Türk Medeni Kanununun 161. maddesine dayanan zina hukuki sebebine dayalı boşanma talebidir. Buna göre, dava hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer (TMK.md.161/2). Davacı kocanın, eşinin bir başka erkekle zina ettiğini Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/304 esas, 2010/134 karar sayılı dosyasının 15.09.2009 tarihli duruşmasında öğrendiği, zina nedeniyle boşanma davasını 01.04.2010 tarihinde açtığı, bu durumda davanın yasada öngörülen altı aylık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı anlaşılmaktadır. Taraflar arasında boşanma davasına münhasıran zina sebebine (TMK.m.161) dayalı olarak açıldığı konusunda bir çekişme de bulunmamaktadır. Durum böyleyken, davanın hak düşürüsü süre nedeniyle reddi gerekirken, yazılı olduğu şekilde boşanma kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

Davacı, eşinin bir başka erkekle ilişkisi olduğunu ileri sürerek zina sebebiyle boşanmalarına karar verilmesini istemiş; mahkemece; “davalının Niyazi adlı kişiyle ilişkisinin olduğu” sabit kabul edilerek tarafların, davalının zinası (TMK. m. 161) sebebiyle boşanmalarına karar verilmiş, kararla birlikte davacı lehine 10.000 lira manevi tazminata hükmedilmiş; kararı davalı temyiz etmiştir.

Türk Medeni Kanununun 161'nci maddesinde düzenlenen zina, yasal koşullarının gerçekleşmesi halinde; başkaca hiç bir şey aranmaksızın mutlak olarak boşanmayı sağlayan özel boşanma sebebidir. Yasakoyucu tarafından zinanın, özel boşanma sebebi kabul edilmesinin temelinde, bu olayın evlilik birliğini derin ve onarılmaz şekilde temelinden sarstığının baştan karine olarak kabul edilmiş olması yatar. Bu sebepledir ki, zinanın ispatlanması, boşanma için yeterli görülmüş, ayrıca bu olayın evlilik birliğini temelinden sarsmış olup olmadığının araştırılmasına lüzum görülmemiştir. Yasa, zina sebebiyle boşanma davasını, boşanma sebebinin öğrenilmesinden itibaren altı aylık hak düşürücü süreye bağlamış (TMK. m. 161/2), af halinde de dava hakkının yitirileceğini öngörmüştür.

(TMK. m. 161/3) Davacının, eşinin zinasını, diğer şahsa karşı işlediği suç sebebiyle hakkında ağır ceza mahkemesinde açılan davada bu şahsın 15.9.2009 tarihli duruşmadaki beyanıyla öğrendiği, boşanma davasını ise altı aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra 1.4.2010 tarihinde açtığı doğrudur. Bu bakımdan davada, zina sebebiyle boşanma kararı verilmesine hak düşürücü süre engeldir. Ne var ki zina sebebiyle boşanma talebinin içinde, bu olayın evlilik birliğini temelinden sarstığının karine olarak kabul edilmiş olması sebebiyle Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan “evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenemeyecek derece temelinden sarsılmış olması” sebebiyle boşanma kararı verilmesi isteği de mündemiçtir. Başka bir ifade ile, yasa koyucu tarafından özel ve mutlak boşanma sebebi kabul edilmekle evlilik birliğini temelinden sarstığı baştan karine olarak benimsenmiş olan bir olaya (zina) dayanarak boşanma talebinde bulunan tarafa, isteğinin içinde “birliğin temelinden sarsılması” sebebiyle boşanma yoktur denilemez. Özel sebeple boşanma isteyen, o özel sebeple açıkça çatışmadığı sürece genel sebeple de boşanmayı evleviyetle istemiş demektir. Meğer ki, davacı taraf, eşini affetmiş olmasın. Bu bakımdan, “hak düşürücü” sürenin geçmiş olması sebebiyle zinaya dayalı olarak boşanma kararı verilememesi halinde, af söz konusu olmadıkça, “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebebiyle boşanma kararı verilmesi mümkündür ve buna engel bir yasa hükmü yoktur. Çünkü, davacı zina davasının reddinden sonra, aynı hadiseye dayanarak Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan sebeple boşanma davası açamayacaktır. Açtığı takdirde, böyle bir davanın görülmesine "kesin hükmün” varlığı engel olacaktır. Öyleyse, zina sebebiyle açılmış bir davada, zina eylemi sabit olduğu takdirde, hak düşürücü süre boşanma kararı verilmesine engel ise, af söz konusu olmadıkça, evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanma kararı verilmesi mümkündür. Davalının bir başka erkekle cinsel ilişkide bulunduğu, bu suretle evlilik birliğinin temeli olan sadakat yükümlülüğünü (TMK. m. 185/3) ağır şekilde ihlal ettiği toplanan delillerle gerçekleştiğine göre, boşanmaya karar verilmiş olması, Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesine göre sonucu bakımından usul ve yasaya uygundur. Hüküm sonucu, esas bakımından usul ve yasaya uygun olup da, gösterilen gerekçe doğru görülmezse, gerekçenin değiştirilmesi suretiyle hükmün onanması imkan dahilindedir. (HUMK. m. 438/son) Bu bakımdan, davalının temyiz itirazlarının reddi ile sonucu bakımından usul ve yasaya uygun olan hükmün, boşanmanın gerekçesinin “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” olarak değiştirilmesi suretiyle onanması gerektiği düşün

Av. Uğur ASLAN - Ankara Barosu

(Bu makale, sayın Av. Uğur Aslan tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)





URL

YORUMLAR

  • 0 Yorum